Yiit'in Dubai Günlüğü

Monday, March 27, 2006

Hint Mutfağı, Burcu Sürprizi, Çöl Safarisi

Gene ihmal ettik günlüğü, kocaman hikayeler birikti...Gözlerimi kapıyorum, beş gün öncesine dönüyorum ve anlatmaya başlıyorum:

Bir öğlen vakti ofisteki hintli ekip "Haydi!" dedi, "Çok özel bir güney hindistan lokantasına gidiyoruz, bıktık senin İstanbul bimnenme lokantandan!"

Kalktık gittik Bur Dubai'de bir yere, girdik içeri, oturduk...Tabak niyetine kocaman bir muz ağacı yaprağı koydular önümüze, yanına küçük küçük kaplarda bir sürü sos, ıncık-cıncık şeyler felan..Sonra çeşitli pilavlar, kızarmış garip bitkiler ve ne olduğunu kesinlikle anlamadığım eliyın şeyler koydular yaprağın üzerine...Incık-cıncıkları bunların üstüne döküp yedik...Sonra kızarmış acılı bir balık geldi...Tek kelimeyle muhteşemdi! Meğerse ben bu Hindistan'ın kuzeyini sevmiyormuşum arkadaş! Yemekten sonra bütün hintliler tek tek gelip sordular beğendim mi diye, her yediğim şeye annem/teyzem/babaannem bunun daha güzelini yapar dediğim için herhalde...E tabi buna söyleyecek söz bulamadım, gerçekten çok güzeldi.

Geçelim.

Müge dedi ki "Bizim ofisten bimnemkim gelecek, sana paket yolladım, havaalanında karşıla pakedini al, kızı da oteline bırak, hayvan demesin arkandan". "Tamam" dedim, gittim havaalanına, bir baktım ki "Bimnemkim" dediği meğerse bana sürpriz yapan bir Burcu'ymuş! Ama paket kısmı doğruymuş, Müge bugüne kadar hiç yollamadığı resimleri topluca göndermiş, aferin Müge'ye!

Burcu'nun şerefine ilk defa balkonumda kahvaltı etmiş oldum, tabiyki pancake eşliğinde, güzelmiş balkonum meğerse!


Burcu evime birkaç şey aldı, ev sanki biraz daha eve benzedi...böyle bardak altlıkları felan.
Ertesi gün bankaydı, ofise uğramaktı derken rezil oldu...Sonra bir gece "Corpse Bride" ı seyrettik, dandik bir kopyadan...Ama ona rağmen filmin güzelliği görüntünün kalitesizliğini unutturdu...

Sonra plaja gidelim dedik, gerçi ben demedim de, Burcu haklı olarak plajı görmek istedi, iyi ki de istedi, kalktık Hilton'un plajına gittik, bayaa poşayız dedim içimden...Çok güzelmiş meğerse Dubai'nin plajları...Kocaman dalgalar vardı, çocukluğumda oynadığım dalgalar-uzaydan-gelen-istilacılar-ben-de-onları-durdurmaya-çalışan-süper-kahraman oyununu oynadım kimseye çaktırmamaya çalışarak...Yalnız oyun moyun dalgalar cidden çok ciddiydi, bikiniler felan uçuşuyordu havada her dalga çarptığında...heheh.



Arada Hayrettin (eski işyerinden arkadaşım, bir proje için buradaydı o da) aramıştı ve çöl safarisi ayarlamıştı bizim için...Plaj sonrası Hayrettin'le buluştuk bizim ofisin önünde, sonra jipli bir amca geldi aldı bizi...İçerde iki çekik gözlü bir tane de tam nereli olduğunu anlayamadığımız bir amca daha...Gittik gittik bir toplanma yerinde durduk...Hindistan cevizi aldım ama hiç bizim bildiğimiz hindistan cevizine benzemiyor, fırt fırt diye kesip içine bir kamış koydu verdi adam elime...Çok az şekerli ılık su...Normalde insan olan içmez ama safariye çıktık ya, hemen havaya girdim...




Neyse efendim, tekrar çıktık yola, gittik gittik, bir anda rööaaağğrr diye sola saptık ve kumların üzerinde bulduk kendimizi...Gerçek anlamda çölü ilk defa gördüm, nefes kesiciydi! Bir kum tepesinin üzerinde durduk, ayakkabılarımızı çıkarıp bastık kumlara, her nefeste rüzgarın savurduğu kumların göğsüme doluşunu hissettim, birkaç dakika içinde heryerim kum oldu, korktum ve çölün ne kadar dehşet verici olduğunu düşündüm bir yandan kahkahalar atarken...




Sonra tekrar çıktık yola, tangır-tungur, kum tepelerinden yan tan kayarak, her saniyesinde nasıl devrilmediğimizi merak ederek...Çekik gözlü teyze çok fazla dayanamadı bu duruma, bbbböööÖöööÖöĞĞĞAAAAA BBBBÖÖÖÖÖĞĞĞEEEEĞĞĞAAA diye kusmaya başladı, olay iyice fantastichen boyutlara ulaştı, kahkahalarımızı tutamaz olduk, kadın kusuyor, biz gülüyoruz HUAAA diye...ne ayıp.




Neyse en sonunda tangırtı tungurtu kısmı bitti ve çölün ortasında kurulmuş Tatooine tadında biryere geldik...Luke! Luke! diye bağırasım geldi ama tuttum kendimi. Deve koymuşlar iki tane, binebiliyor muyuz diye sorduk, binebiliyormuşuz, bindik...Adam yalandan bir tur attırdı 30 saniyede, ben "İleriiiii!" diye ufukları gösterirken...





Daha sonra olaylar iyice çığrından çıktı, Tatooine kompleksine girer girmez arap kıyafetleri giymiş hintli bir cüce karşıladı bizi...Arap kıyafetleri giydik, yer sofralarına oturduk, ortada bir pist var halılardan oluşturulmuş, dansöz çıkacak dediler, heyecanlandık! Dansöz dedikleri upuzun sarı saçlı, fashion tv mankeni tadında rus bir kız! Nasıl olur böyle birşey diye birbirimize sorarken ve yalandan danslarını izlerken kız bir anda Burcu'yu kaldırdı! İşte o an göbek dansının kurtulduğu an olarak tarihe geçti, Burcu rus kıza parmağını gösterdi, kendini işaret etti ve "Bak o böyle yapılır" dercesine gösterdi doğrusunu! Seyirciler kendinden geçti! Sonrasında yemek, güzel sohbetler, bol kahkaha ve eve dönüş...

Dubai'de bir hafta da böyle geçti değerli izleyenler...

Tuesday, March 21, 2006

Kuveyt...

Pek fazla göremedim Kuveyt'i açıkçası...Görecek pek birşey yok zaten dediler...Birkaç garip görünüşlü kule dikkatimi çekti, o kadar. Le Meridien çok güzeldi...Buradaki ofis iyi iş yapıyor olmalı, özel ilgi ve alaka gördüm, normalde alışık olmadığım. "Mr. YiCit, we were expecting you" diye kapılarda karşıladılar ellerinde portakal sularıyla...Bir de zarf koymuşlar odaya, adım yazıyo üstünde, açtım otelin müdürünün ağzından yazılmış, "Cep telefonum şu şu, bir sorunuz olursa lütfen arayın" diyor amca.



Oha! Ne sorsam şu herife diye kırk saat düşündüm, hiçbirşey bulamadım, yorulup uyudum...Hakkaten ne sorulur ki? "Alo? Baba otel yapmışsın ne iş?" Yok yok, ben biznızmen olamadım daha! Yatak çok rahattı, söylemeden geçemeyeceğim, aferin Le Meridien!

Ertesi sabah toplantı için gittiğim otelden gördüğüm kadarmış Kuveyt'in görmeye değer manzarası, IT müdürüne "Bir saniye habibi" deyip japon turist gibi fotoğraflar çektim...




Bankadaki toplantı iğrenç geçti, meğerse iğrenç geçsin diye düzenlenmiş zaten, sonradan öğrendik. Diğer toplantılar üzmedi bizi, güleryüzle ayrıldık dünyanın petrol rezervlerinin %10'una tek başına sahip olan küçük ülkeden...Zaten aksi olsa Kuveyt diye bir ülke olur muymuş Allah için, açın bakın bir haritaya!

Friday, March 17, 2006

Dubai Desert Rock Festival

Sibel'in old school rocker olduğunu yazmıştım önceden. Perşembe günü telefonum çaldı, "Konsere gidiyor musun?" diye kısa ve net sordu Sibel, ilk başta anlamadım, ama sonra söyleyince hatırladım: Desert Rock Festivali! Megadeth, Three Doors Down, Testament, Reel Big Fish...Rock ölmedi ulan!

Teknik aksaklıklar nedeniyle ancak dokuz civarı gidebildik festivalin yapıldığı kum deryasına...İçeri girdiğimizde Three Doors Down çalıyordu. Her ne kadar bir "Kryptonite" dinlemesi farz olsa da, kaçırmışız, onun yerine ikinci favorim olan "I'm a loser"'ı dinledim zevkle.
Çevreye bakınca siyah botlar, siyah etekler, beyaz suratlar ve siyah makyajlar gördüm. Bazı şeyler hep değişmeden kalır mı acaba? Rahatlatıcı birşey (bana göre) 10-15 yıl öncesinin tarzının hiç değişmeden kendini yeni nesile aktarması. Tabi biraz özgürlük rüyasından uyanıp sağa sola bakınsak göreceğiz çevremizdeki Coca-Cola, Philips, artık-kim-sponsorsa çemberini...Rock kontrol altında şekerim.

Uzatmayalım, sonunda megadeth çıktı, roma sütunlarının önünde, kocaman "Unequality For All" yazısıyla. Dave Mustaine üçgen gitarı ve deri pantalonuyla zaman makinesinden çıkmış gibi durmasına rağmen sahnede bir tanrı gibiydi valla, CINCIGICINCIGICIGI diye saatlerce yorulmadan çaldı durdu. Megadeth hastası olmamama rağmen, eve dönüp mp3 indirmeye başladım hemen, o kadar güzeldi!

Konserden sonra üstümüz başımız kum içinde suyun öteki tarafına geçip Lale, Fırat ve William üçlüsüne katıldık, bir Lübnanvari barda...Adı Hamam mı ne?..İçerde "Ya Habibiii yallayaaavalleeeaaaoo" diye göbek atıyor herkes, hemen rock ruhunu sattık ve ortama ayak uydurduk. 21. yüzyılda rock da, metal de biryere kadar, kusura bakma Dave'ciğim! Gerçi benim enerji seviyesi çok düştüğü için çok uzun ayak uyduramadım, oturdum kaldım yerimde...

Saturday, March 11, 2006

Roger, Babam, Ben

Festivalin son günü, son konser...Supertramp'in efsanevi solisti, şarkı ve söz yazarı Roger Hodgson sahnede! Yaşım küçük olmasına rağmen, babamın en sevdiği gruplardan biri olması nedeniyle evde-arabada dinleyerek, babamla beraber piyanoda "Breakfast in America" ve gitarda "Give a Little Bit" çalarak büyüdüğüm için heyecanla girdim içeri saat 10'a doğru. Yine sahnede bir adam, yine "dabadabadabba-herkes haftada 17 kez orgazm oluyor-dududududruburubabu-tüm erkekler çok yakışıklı-bibabbadudidadu-tüm kadınlar çok güzel-lürülürülürülü-tüm bebekler sağlıklı" diye şarkılar söylüyor...Esas ilginç olanı bu müziğin köklerinin zenci kölelere dayanması. Acaba diyorum, onca eziyet, zulüm ve acı içinde kendilerine bir hayal dünyası mı yarattı bu adamlar? Unutmak için, kaçmak için...kimbilir?

"Give A Little Bit" diye cart diye girdi sahneye Roger Amca...Keyifle bir sigara yaktım, babamın purosunun da kokusu geldi sanki burnuma...Davul yok. Sadece iki kişiler. Bir saksafon ya da klarnet çalan abi bir de Roger Amca, bazen gitarlı, bazen piyanolu, bazen Korg'unun başında, alışık olduğumuz Supertramp sentetik sesleriyle...Take the Long Way Home, Logical Song, Dreamer, -bana Supertramp'i sevdiren (Oğlum hiçbirini sevmediysen bunu dinle diyen babamın hayali) - Don't Leave Me Now, I wish I was In London, tabi ki Breakfast In America, It's Raining Again...Rüya gibiydi...Avazım çıktığı kadar bağıra bağıra eşlik ettim tüm şarkılara...

Konser sırasında Dubai'yi güzel özetlediğini düşündüğüm bir olay oldu. Roger Amca, "Aranızda hiç doğma büyüme Dubai'li var mı?" diye sordu, bütün seyircilerden tek bir coşkulu "NOOOOOOOOO" cevabı aldı...heheh.

Sonra babamla ilgili komik bir anı geldi aklıma...Babamın "Adam oturmuş yazmış" diye bir lafı vardı. Mesela Depeche Mode sevmez, ama Somebody için "Adam oturmuş yazmış" der. Sever onu yani. Diğer şarkılar oturup yazılmamıştır. Oturup yazılsa onlar da güzel olacak yani! Ya da Scorpions..Hayatta sevmez ama Still Loving You'yu oturup yazmıştır adam, onu sever. Hahahahahahaha yazarken bile kahkahalarımı tutamıyorum! İlahi Baba, umarım herşey yolundadır oralarda...

Friday, March 10, 2006

Kool & The Gang & The Yiit

Görür görmez almıştım biletimi, haftalar öncesinden...Kaçırılır mı hiç Kool & The Gang? Dubai Caz Festivali kapsamında, festivalin ikinci günü son grup olarak çıkacaklar. Diğer gruplar sırf caz, o yüzden geç gittim bizimkilerin çıkmasına yakın. Cazı anlamıyorum. Caza inanmıyorum. Bekliyorum ki birgün bütün dünya televizyonlarında aynı anda bir açıklama yapılsın: "Birleşmiş Milletlerin yaptığı bir araştırmaya göre aslında hiç kimse caz sevmiyor sayın seyirciler", hemen inanacağım, yemin ediyorum. Nasıl bir dünyanın müziğidir caz, güya müzikten anlayan biriyim, hiç anlamıyorum?

Da-ba-di-bidu-bida-afikada çocuklar ölmüyor-dü-dü-dü-dü-şehirlere bombalar düşmüyor-dud-dururuduru-hiç kimse aç değil-dabaridababba-herkes çok zengin-babbba-baab-baraba-herkes çok mutlu-lürülürülü...tek duyduğum bu, nedir bu? Cahilliğim, yontulmamışlığım için bağışlayın beni ama caz bu hayata ait değil bence...

Öyle bir caz-sever kitle varmış ki meğerse Dubai'de, park yeri yok, tepelere, dağlara, havuzların içine parketmiş millet arabalarını...güç bela bir yer buldum kırk saat dolanıp. İçeri girdiğimde Alman bir kadın dübürübürü bişeyler söylüyordu. Berk'i hayal ettim hemen, "Abi çok iyi yaa" diye kıçını başını sallardı orada olsa...Sabırla bekledim ve en sonunda çıktı herifler...Sahne şovları başlı başına bir olaydı, çok geçmeden dansederken buldum kendimi. Manyak gibi tek başıma diil ama. Dubai'ye ilk geldiğimde havaalanında tanıştıım Rus kızcaaz oturuverdi yanıma...Ben de konsere tek başına gitme bunalımımdan kurtuldum...Artık Celebration mı desem, Jungle Boogie mi desem, Get Down On It mi desem, Fresh mi desem...bilemiyorum...Saatlerin nasıl geçtiğini anlamadım..Çıkışta sarhoş bir ingliz dörtlüsü gördüm, üç erkek bir kızdan oluşan. "Bizi şu otele götür meyt, noolursun meyt" diye yalvarınca tamam dedim, götürdüm istedikleri yere..."Sen de gel feci parti var" dediler ama gitmedim..Kool & The Gang keyfimi bozmadan eve döndüm...















Yarın Supertramp'in solisti Roger Hodgson çalacak, bu sefer yalnız gitmeyeceğim ama, babamın hayali de yanımda olacak...

Wednesday, March 08, 2006

Oman, Qatar...

Binbir toplantı yapmak üzere üç günlük bir seyahate çıktım. Sırasıyla Oman'a, oradan da Qatar'a gidilecek. Sabah havaalanında Ajay'le buluşuyoruz. Gayet havalı bir şekilde otomatik check-in yapan makinanın başına geçiyoruz, parlak karavatlarımız ve kuru temizlemeden yeni çıkmış takımlarımızla, check-in gişelerinin önünde upuzun kuyruk olmuş diğer yolcuları aşağılarcasına...Dört dakika sonra makine kartlarımızı yutuyor ve biz de normal insanlar gibi kuyruğa katılıyoruz, yeryüzüne hapsolan Paladin gibi... Uçağın kalkmasına onbeş dakika kala bekleme salonundayız, anons yapılıyor, bir onbeş dakika rötar varmış...Boğazına düşkün olan Ajay, "Haydi" diyor, "Marhaba Lounge'a gidelim, benim golden amex var ayıptır söylemesi, beleş kahvaltı ederiz", bayılıyorlar beleşe! Biniş kartlarımızı kapıdaki abilere teslim ediyoruz, "beş dakika sonra söz geri gelicez çok çişimiz geldi" felan diyoruz, çıkıyoruz kahvaltı etmeye...Geri döndüğümüzde öğreniyoruz ki bir onbeş dakika daha rötar var. Gerisin geri dönüyoruz Marhaba Lounge'un rahat deri koltuklarına...Sonra ben uyuyorum, ne kadar olduğunu bilmiyorum, Ajay'in dürtmesiyle uyanıyorum, "Kalk, Yiğit Kalk! Herkes bizi arıyor!!"

Meğerse ben uyurken ve Ajay telefonundaki garip oyunu oynarken bütün yolcular uçağa binmiş, herşey hazır, teorik olarak biz de içeride görünüyoruz! Uyanığın birisi farkediyor bizim olmadığımızı, heryerde bizi arıyorlar! Siz hiç o yolcuları uçağa taşıyan basık, garip otobüslere tek başınıza bindiniz mi? Benim için bir ilk oldu açıkçası! Şöför şaşkın, kim bunlar, nereye götürücem ben bunları felan diye soruyor sağa sola. Pistin kenarında bir yerlere doğru ilerliyoruz. Ara sıra bir uçağın yanında duruyoruz. Şöför camdan pilota bağırıyor: "Muscat uçağı bu mu?" diye...Olumsuz cevabı alarak tekrar yolumuza devam ediyoruz, uçağımızı arıyoruz!! Bir ara iyice garip birşey oldu, kendimizi şehir trafiğinde bulduk! Neyse sonra hemen tekrar geri girdik piste..Uzatmayalım, bir şekilde uçağımızı bulduk. Hostesler kapıda karşıladılar bizi muhteşem gülümsemeleriyle ama ben gözlerini okudum tek tek: "Nanıskym! Welcome Sir! Nanıskym! This way please oorrrrrrroozzpppçççcccğğğğ"

Havaalanından dışarı adımımı atar atmaz telefonumu düşürdüğümü farkediyorum, hemen koşuyorum Emirates gişesine "aman aman" diyerek...Uçağı aratıyor telsizli abla, ama hiçbirşey bulunmuyor. Sağlık olsun diyorum, zaten fazla bir arayanım da yoktu...

Muscat'a görür görmez aşık oluyorum. İlk dikkatimi çeken şey, burası tıpkı Tropico oyunundaki adaya benziyor - ada olmamasına rağmen - neredeyse "Vebba Vevbba Vevbba!" diye şarkısını duyar gibiyim. Heryerde palmiyeler, yeşillik...İkinci dikkatimi çeken şey fantastichen cami tasarımları..Otel desen muhteşem, keşke biraz vaktim olsaydı da tadını çıkarabilseydim! Apar topar toplantıya gidiyoruz Muscat ofisteki elemanlarla...
















Bir bakıyoruz aaa bizim Lübnanlı süper-komik Remzi de burada, yaşasın! Ciddi toplantı ortamımıza renk katıyor, komiklikleriyle..En ciddi adamları güldürdüğünü gördüm, söylediklerini ben söylesem, yaptıklarını ben yapsam olmaz, ama o yapınca en sert adamlar bile göbeklerini tuta tuta gülüyorlar...

Toplantılar silsilesinden sonra otele gidiyoruz yorgun argın. Remzi "Bilardo oynayalım" diyor, "Aaa ne güzel, tamam!" diyorum. Üstümü değiştirip aşağıya iniyorum, bir bakıyorumn bilardo dediği snooker! Snooker oynayan tek Türk olduğumu hayal ederek Eurosport'tan gördüğüm kadarıyla yalan yanlış oynuyorum. Ajay'i görseniz, sanki ingiliz beyefendisi, bir smokini eksik! Hepimizi yeniyor kolayca, geceyi kapatıyoruz.


Ertesi sabah otelin muhteşem manzarasına karşı kahvaltımızı ediyoruz, Ahh keşke birkaç günüm olsa buranın tadını çıkaracak, ama hayır, dokuzbuçukta yine toplantı...Akşamüstü otele döndüğümüzde lobideki kuyruklu piyanoyu kestirdim gözüme...Ajay'i de aldım yanıma, oturdum başına...Beraber bir Billy Joel çalıp söyledik, bol bol alkış aldık! Sonra güzelim manzaraya son kez bakıp Doha'ya gitmek üzere yola çıktık...















Doha (Qatar) ile ilgili tek güzel şey otel odamdı...Otel odamla ilgili tek güzel şey de muhteşem koltuğuydu ama küçük mutlulukların insanı olarak çok keyif aldım oturup ayaklarımı uzatmaktan. Ertesi gün yapcağım demoyu hazırladım özenle, herşeyi hazır ve çalışır bir şekilde bırakıp uyuttum bilgisayarımı...Dile kolay yirmi kişi izleyecek canlı demoyu...Oteldeki herkes aşırı kibar, boğulma noktasına getiriyorlar insanı. "Splendid" falan gibi garip ingiliz ekolü kelimeler kullanıyorlar. Oda servisinden tost istedim peynirli, "EXCELLENT CHOICE SIR!" falan diye coştu adam. Havaya girdim ben de, ne seçim yaparmışım diye...

Otelin canlı müzikli iki adet barı var dediler, bakalım dedik, birincisinden içeri girer girmez hayatımda gördüğüm en garip bar olduğuna emin oldum.
Yüzlerce filipinli düşünün, boy ortalaması 1.40, hepsi dansediyor...Sahnede bir tane filipinli gay herif, yanında üç tane filipinli kız..Herif kıçını sallıyor, hep bir ağızdan "HALLELUJAAAAHHH" diye bir şarkı söylüyorlar! Nooluyoruz, nasıl biryer burası derken bir anda kızların birisi sahneden atladı, "Moşi Moşi goşi fatta-mi" diye çığlık çığlığa bi şarkı söylemeye başladı...Müziği dinleyince anladım ki "Don't you wish your girlfriend was hot like me"'yi söylüyomuş...Biz hemen kaçtık oradan.

Diğer barda bulgar bir kızla herif, herifin elinde 80'lerin sapının ucu olmayan elektronik gitarlarından var, "We dort need one educamon" diye coşuyolar...Allah allah diyerek odalarımıza kaçtık oradan da...Ertesi sabah toplantıda tam adam beni tanıtırken ve sahneye (sahne mi neyse o işte..kürsü..) bilgisayarımın çökmesi, yeniden başlatırken en cool halimle başka şeylerden bahsederek izleyicilerin dikkatini dağıtışım, binbir duamın kabul olması sonucu ikinci seferde herşeyin çalışması ve alnımın akıyla toplantıdan çıkışım...Sonuçta Dubai'ye dönüş...

Sonsöz: Cep telefonum kapalı birkaç gün için!

Friday, March 03, 2006

Birtakım Şenlikler


Perşembe gecesi (ki Cumartesi gecesine tekabül eder batı toplumlarında) Lale'nin ve benim geçmiş doğumgünlerimizin kutlanmasını da içeren bir toplanma olayına girildi. Gitarımı, Waffle makinamı ve muzlarımı kaptığım gibi Lale'nin evine gittim. Bu arada hep oraya gidiliyor çünkü evi kocaman, ayrıca bu ağırlama işlerini iyi biliyor kızımız. Bir gittim ki sofralar kurulmuş, yeni yüzler belirmiş masanın çevresinde...Hmmm, sayalım: Sibel, Didem adlı hatun kişiler -onlar da Emirates'te çalışıyorlar-, Florida'lı arkadaş William (ki Türkçesi inanılmaz boyutlara ulaştı, "deeermişim" falan diyor adam) ve Komik Herif Fırat© , Lale ve bendeniz...

Gitarı elime alışım, Sibel'in old school bir rocker çıkışı, hep bir ağızdan şarkı söylemeler ve Fırat'ın Türkçe şarkı sözlerini William'a simultane çevirileri ile neşelenen gecemizin müzikal bölümü, Türk genetik özellikleri nedeniyle artık gitarla çalınamayacak şarkıların söylenmeye başlamasıyla ilerledi ve en sonunda "Benimle Oynama", "Aboneyim" seviyesinde (ya da seviyesizliğinde) son buldu...Bu arada birşey farkettim...benim her gitar çalarkenki fotoğrafım aynı!

Gecenin devamında, mezeleri tükettikten sonra, bize en yakın mutfak olan Lübnan lokantasından yemekler felan geldi, "Şavırma"'larımızı yedik (Bildiğin döner dürüm ulan) ve South Park'ı yapan heriflerin yaptığı Team America adlı filmi seyretmeye başladık William'ın tavsiyesi üzerine...Aslında çok komik ve güzel bir filmdi ama hatunların "Türküz ulan biz ne Team America'sı ulaaaaeeeyynnnnn" diye çılgın-türk coşmaları sonucu film yarıda kesildi ve hiper-uzay atlamasıyla "Teğk teğk! AGardı bağg saçlarım Teğk Teğk" diye parmak şıklatırken bulduk kendimizi....

...Sonra bir anda Sibel'in hintli taklitlerine gülerken buldum kendimi..Yavaş yavaş alışıyorum dedim buraya, yerel esprilere gülmeye başladığıma göre...derken saat 1:30 oldu ve binadan çıkma saatimiz geldi...Polomu servise götürme bahanesiyle alıp yerine verdikleri çılgın peugeot 206'ımla döndüm eve alkollüymüşcesine..

Ertesi gün bir gece önce yapılamayan waffle'ların hayaliyle uyandım ve kendime gelip Lale'ye gittim. Ertesi gün sınavı var diye harıl harıl ders çalışıyor "A340 bimnemnenin gaydırıguppak çantası nerede? Adamın biri osura osura ölüyorsa naapılır? Yolcunun kukusuna yengeç kaçarsa hangi alet kullanılır?" vs. gibi sorularla cebelleşiyordu...Hemen waffle'ları yaptım, mmmm nefis oldular! Bak gene resmini çekmeyi unuttum! Ata Demirer'in şovunu bulmuş biryerden, onu seyrettik beraber. Cidden komikmiş herif canım!

Sonrasında Lale'yi dersiyle başbaşa bırakış, arabada tesadüfen Mr. Jones çaldı...Yıllardır dinlerim sözlerinden bir halt anlamam ama yine de hüzünlendirir beni parça parça laflar...




"....She's suddenly beautiful
We all want something beautiful
I wish I was beautiful...Believe in me
Help me believe in anything
I want to be someone who believes...Believe in me
Because I don't believe in anything
And I want to be someone to believe...."

Wednesday, March 01, 2006

Doğumgünüm


29 oldum...30 gibi birşey. İlginç bir his diyebilirim. Karpuz kokulu mum aldım kendime. Biberli cashew (türkçesini bilemedim-ayıp) eşliğinde kutladım doğumgünümü. Dün gece 12'yi 1 felan geçe Baran aradı içine doğmuş gibi...Haberi yok tabi doğumgünümden felan. Söyleyince çok şaşırdı, hemen pay çıkardı kendine "eee işte dostluk hede hödö" diye, havalara girdi...heheh.

Haftasonu için pancake projem var. Bu Aunt Jemima da kimse artık, az ekmek yemedi bu işlerden haa!!