Yiit'in Dubai Günlüğü

Thursday, December 04, 2008

Inının

Bir anda geri gelebilirim...Geleyim mi?


Thursday, August 02, 2007

Toplu Guncelleme Paketi

Cem tasindigindan beri dogruduzgun yazamiyorum, farkindayim. Demek ki insnalar yalnizliktan kendilerini bloglara vuruyorlarmis, hey be!

Aslinda uzun bir sure daha yazmazdim da, Ankara'dayken Bilkent'teki sevgili hocalarim Reyyan ve Ugur Ayfer'i ziyaret ederken ogrendim ki benim blogu derslerde falan gosteriyorlarmis, acayip gaza geldim tabi hemen, `sunu yazayim, bunu yazayim` diye dusunup durdum gecelerce...

Biliyorsunuz Turkiye'ye gittim `2. Geleneksel Flipper Mavi Turu` icin...Yine Gocek, yine ayni ekip, -tek farkla ki kaptan alkolik degildi bu sefer, ama ekibin toplu cabalari sonucu o da bana Yetis Bey demeye basladi ucuncu gunun sonunda - harika tatil yaptik bir hafta boyunca...Oyle ki, donuste `Abi surdan istimlak cikmamis bi yerden 1 donum kapatsak mi be?` diye 20 yil vadeli geyik-planlar bile yaptik. O ne guzelliktir yarabbi!





Sonrasinda bir hafta Paris'de egitimim vardi, ona gittim...Zaten ben Paris'in kralini yasamisim interrail yaparken gittigimde, masum fransizlarin kulagina gece yarilari `BEEELLLEEEEE setamonkosityenee eterrneeelll` diye sarkilar bagirmisim, simdi ciddi ciddi giyinip sabahin korunde, sehrin en sikici yerindeki IBM binasina metrolarla felan gidince hic bir tat alamadim valla...Hayir, bir de adamlar milletce bunalim...Metro'da her sabah baska bir dram...Aglayan kadinlar, mutsuzca onlerinden hizla gecip giden duvarlara bakanlar...Icim daraldi yahu..Bir kere de bir kadina yer vereyim dedim, onda da kriz cikti, Fransiz kibarligi, kadinlara oncelik falan bitmis memlekette, soyle bi kalkar gibi oldum `Buyurun siz oturun` dercesine, azari yiyip oturdum yerime tekrar...Ya da benim kit fransizcamla korkunc bir yanlis anlamam sozkonusu, fermuarim acikti mesela ve kadin ona bagiriyodu `terbiyesiz adam` falan diye...Ben de boyle kalkip uzerine gidince...eheh.

Butun haftanin en guzel olayi; Yillar once sirtcantamla gezerken kesfettigim Louvre'un altindaki Kucuk Prens hediyelik esyalari satan dukkan! O zaman param olmadigi icin hicbirsey alamamistim ama cok icimde kalmisti...O kucuk prens defterleri, anahtarliklari, kucuk el yapimi biblolari - mesela Kucuk Prens duvarin uzerinde oturuyor, yilan da asagida, 150 Euro, Oha! Mesela kucuk prens gezegeninden (biliyoruz astreoid) ayrilirken, kuslara bagladigi ipler elinde, kuslar tepede..harika! - Bu sefer uc bes kurus sahibi bir insan olarak gidip gonlumce alisveris yaptim...Kucuk Prens Sevdigini bildigim insanlara da defterler aldim...O kadar cok Kucuk Prens yazdim ki, sevgim sonecek neredeyse, kapatiyorum konuyu. Ya, ama bir de sey vardi, fesli turk bilgin teleskopla kucuk prensin b612 sini gosteriyor, tahtasi var, teleskopu var falan...onun biblosu! Harikaydi yaa! Alamadim tabi onlari. Bir dahaki sefere insallah.



Neyse dondum sonra, oy vermeye kostum hemen...(-Yiit bu secimler cok onemli biliyorsun, senin gibi okumus aydin, cagdas, laik... -he canim he)...Berk'le, Eda'yla ve Berkay'la gorustum uzun aradan sonra...Muzikli sohbetler oldu. Guzel oldu. Sonra bir hafta Ankara'ya gittim, Babaannem'in duzenledigi "21. Yuzyilda Evliligin Gerekliligi ve Torununun Cocugunu Goren Kisilere Ayrilan Cennet Kontenjani" konulu seminerlere katildim. Binnaz the `Cok da fifi` Saktanber de oradaydi tamamen tesaduf eseri, Servet, Binnaz ve ortaokuldan taninan ama yillarca gorusulmemis Ceren'le gorustum...




Ankara'da o kadar cok ani var ki, insan belli bir sureden sonra dayanamaz oluyor...`Surada babama yov boba yov taksiye binelim yov` demistim diyor insan...`Surada Audrey'le opusmustuk sonra adamin biri gelip elimi isirmisti` diyor...`Suradan annemi bulucam diye 5 yasinda Kuafor Resat'a yurumustum de teyzemle ikisi beni paralamislardi` felan derken insan hayaletler icinde boguluyor sonunda...



Neyse, sonra tekrar Istanbul'a donus, Muge'nin tekneli dogumgunune gidis, Mugenin hediyesini unuttugumu farkedis, piskince gecistiris...





Ertesi gun Onur'a gidip son saatlerimi orada gecirdim...Levo geldi, Baran ve esi Esra geldi..Uzun suredir gorusememistik, cok guzel oldu..


Sonra...



Dubai ucusu icin havaalaninda bekliyorum, medeni bir ortam, herkes birseyler iciyor, sohbet ediyor, gazete okuyor felan...Bir onceki postumda sinyallerini hafifce vermistim, dayanamayip MacBook aldim Ankara'dan, adini `Jennifer` koydum...Acayip guzel birseymis...Lanet olsun dedim PC'lerle Windows'larla gecen gencligime! Neyse, Jennifer'la maceralarimiz bir sonraki posta insallah (bkz. Cem: "YETER ARTIK BILGISAYARINLA KONUSMA YIIT!") Uzatmayalim, oturuyorum havaalaninda, laptopla telefonumu senkronize edeyim, cok senkronize bir insan olayim diye bluetooth u actim bilgisayarda...Arama ekraninda cevredeki diger bluetoothu acik telefonlari vs. listeliyor ya, bir isimler var, inanamadim; `Gecelerin Yalnizi`, `Cilgin Dul`, `Beni Bul`, `Alev Alev` felan diye uzayip gidiyor liste...Disardan gayet medeniyiz, hepimizin macbook'u var bir hava, icerde millet cayir cayir yaniyormus haberimiz yok..Hayir, kafami kaldirip bakiyorum, kim olabilir mesela su `Cilgin Dul`? Kesinlikle anlayamiyorum...Insan sarrafligi falan hikaye, bluetooth'mus kisinin ozu...


--------


Derken geldim yine Dubai'ye Agustos sicaginda...En kotu ay ya! Eriyoruz, dun 47 derece diyodu, arabamin yalancisiyim.



Boyle...

Wednesday, June 27, 2007

Yaz Geldi

Zaten hep yaz aslinda ama bu sefer Dubai'nin mubarek fantastichen aylari geldi, kirkkusurlarla birbirimizi goremez, anamizin babamizin suratini unutur olduk sicaktan....Turkiye'ye gidiyorum gelecek hafta, "Geleneksel Flipper Tekne Turu" icin...Oradan bir Fransa'ya egitim icin gidip, tekrar Turkiye'ye donup vatana girisin multi-zevkini yasamali...

Izlenimler donuste yazilir herhalde. Aslinda Macbook'um olsa tekneden de yazardim, harika olurdu, ama yok...Niye Macbook derseniz, "o oyle bisiy cunku" diye cevap veririm.

Operim.

Sunday, June 17, 2007

The Best Community in Dubai



  • "Sevmiyorum ulan bu Dubai'yi" dedim bir sene boyunca...Şimdi neredeyse yılları ikileyecekken öyle bir ortam kuruldu ki "Beni Safa parka gömünüz" diye vasiyet yazmak üzereyim neredeyse..Fuat ve Barış diye kuzen Cem'in Ankara'dan tanıdığı iki arkadaş daha burada çıktı, tamamen tesadüfen...İnanılmaz bir dörtlü olduk, dostluğa dostluk katıyoruz aylardır...Bir de arsız iddiamız var "Dubai'nin en iyi community'siyiz" diye...Tamamen hurafe...Evde oturuyoruz sadece, ama iddialıyız.

    Yazmıştım ya, "dostlarla olmak" diye biryer var, insan orada mutlu olur diye...

  • Ata sporu Playstation yatırımı yaptı Cem...PS3 ve dev bir LCD ekran alındı eve...Benim sırf eve gelenler "Ulan bu herif anormal mi niye televizyon yok evinde" demesinler diye aldığım üstün Çin teknolojisi, 100 dolarlık dev ekranlı Nikai televizyonumdan ilk gün itibarıyle nefret etmişti zaten Kuzen Cem.
  • PS3'te 4 kişi aynı anda oynama olayı var ya, bizim community de sonsuz iddialaşma üzerine kurulu ya, binbir oyun oynanıyor haftasonu boyunca...Camlar, perdeler, ışıklar kapatılıyor evde...Aylardır haftasonu güneş görmedim şu kırkbeş derece yaz günlerinde.
  • Fakat gel gör ki oyun oyna oyna göbekler oldu buddha bar, biz de hemen çözüm bulduk...Her oyundan sonra kazanan 5 şınav, kaybeden 10 şınav çekecek diye...Geçen haftasonu başladı daha bu kural...150 şınav falan çektim herhalde gün içinde, o kadar kötü oynadım yani...Kollarım tutmuyor resmen..Ama süper fikir...Yoksa değil mi?
  • Yok be güzel fikir, spor mu yapıcaz başka?
  • Biraz da resimli koyalım çeşit olsun...

Pokerde kazanan bir Fuat


Dostluğun son bulduğu oyun anları

Çölde ölü taklidi yapıp kimseyi güldüremeyen ben


Singstar da "What's love got to do with it" söyleyen utanmaz Fuat-Yiit ikilisi

Wednesday, May 02, 2007

James Konseri, Baran'ın Düğünü, Gerçekleşmeyen değişiklikler...

James

15 yaşında falandım herhalde, Audrey bir gece önce çektiği kasedi yalvar yakar elime tutuşturduğunda..."Ne olur dinle Yiğit, emin ol çok seveceksin"...Müzik konusunda çok tutucu olan ben mırın kırın ederek de olsa kasedi alıp o gece dinlemiştim...15 yıl önce.
Artık sadece müziğin güzelliğinden midir, yoksa o şarkılara sıkışmış 15 yaş aşkının da etkisi var mıdır bilemeyeceğim ama, o gün bugündür en sevdiğim gruptur Manchester doğumlu, hiç hakettiği yerlere gelememiş James...Benden sonraki en büyük fanı da şüphesiz, interrail tatilinde dinleyip hemen hastası olan Levo...Dağıldıklarını duyduğumuzda çok üzülmüştük, "dünya gözüyle bir konserlerini izleyemeyeceğiz" diye...İmkanımız olmamıştı hiç..
Derken yıl oldu 2007 ve duyduk ki James tekrar biraraya gelmiş ve dört konser vereceklermiş İngiltere'de...Levo'ya söylememle "gidiyoruz abi" dememizin arası yaklaşık 7 saniye...Biletlere baktık hemen satılmış bitmiş...Girdik biz de ebay'e, açık arttırmada çılgın türk arttırmalarıyla herkesin tadını kaçırıp aldık biletlerimizi...Hem de dört tane! (Hiç sormayın neden)
Sonrası göz açıp kapayıncaya kadar geçti, 25 Nisan'da Londra'da, oraya benden iki gün önce gidip hemen sarhoş olmuş Levo'nun kırmızı gözlerine bakarken buldum kendimi, Russel Square'Deki dünyanın en kötü otelinin 4075 numaralı odasında..."Cheers mate" dedi Levo...Bu Levo her gittiği şehri/ülkeyi özetlediğini düşündüğü bir laf bulur ve bütün tatil onu söyler...Dubai'de "Selamın Aleyki!" diye bağırıyodu...Floransa'da "Fatih Terim!" diye!




Geceleri Piccadily Circus'ta saçma barlara gidip zencilerle zıplamalar, Soho'dan egzantirik alışverişler vs. derken konser günü geldi çattı...Nerdeymiş, Brixton diye biryer...Bir gittik ki varoş resmen...Hiç keyifli bir muhit olmadığı belli...



Levo hemen satıverdi mekanı görünce James'i..."Ulan bunlar bence bizdeki Duman gibi bişey, Kadıköy'de Duman konserine geldik olm!" diye konuşmaya başladı...Neyse, gittik konser mekanına, bir tane salon, kapısında "James - Sold Out" yazıyo...üç-beş kişi bekliyodu 2 saat önceden, biz de hemen girdik sıraya, James'i en önden izlemeye and içmişiz...Yanımızdaki kızlar birimizin İstanbul'dan diğerimizin Dubai'den geldiğini duyunca acayip şaşırdılar, hatta bir tanesi grubun eski fotoğrafçısıymış, Soul Davies'e (kemancı) mesaj attı "Burda manyaklar var" diye...Herif de şaşırdı felan..

O arada elimizdeki fazla biletlerden de kurtulduk...Ben "elimde bedava fazla bilet var, izlemek isteyen bacınız gardaşınız varsa alın" diye anadolu-rock bir açıklama yapıp bileti birine verdim, Levo Kayserili olduğu için gidip karaborsa bilet satan herife sattı kendi fazla biletini.

Sonra kapılar açıldı...içeri aktık binlerce kişi...En önde biz...Gittik demirlere kadar dayandık...Herifler dibimizde...James Lan! Audrey'i düşündüm otomatikman, keşke o da burada olsaydı dedim...İkimizin birlikte izlemesi çok anlamlı olurdu dedim..(Gerçi mail attım sen de gel diye, cevap bile vermedi o da ayrı konu) Tim booth burnumun ucunda şarkı söylüyor, Levo'yla kendimizden geçmişiz...biz de bağıra bağıra eşlik ediyoruz...Levo bir gün önceden aldığımız Türk bayrağını açınca Tim'in yüzünde "ulan ne pis milletmiş bunlar" der gibi bi bakış oldu sanki ama aldırmadık..Şarkı seçimleri de o kadar iyiydi ki...Yani "şunu da çalsalarmış" dedirtmediler bize...Aklımızı oynattık..Bir hayal gerçekleşti...Gözüm açık gitmem artık..İzledim ulan! (Bu arada kamerasının kablosunu kaybettiği gerekçesiyle hiçbir resmi göndermeyen Levo'ya Blogspot camiası adına lanetler gönderiyorum buradan)
Sonrasında oracıkta tanıştığımız fransız hatun Fouzia'yı da yanımıza alıp gene Piccadily Circus'ta leş biryere gidip bir takım hiphopluklar yaptık...Güzel bir gece oldu..Ertesi sabah Levo kahvaltıdan sonra apar topar havaalanına gitti, benim uçağım akşam olduğu için ben gezindim orada burada...Berk'e süper bir Takamine marka akustik gitar aldım...İsme gel.

Evlenen Bir Baran

27 Nisan akşamı Londra'dan İstanbul'a uçuş, malum Baran evleniyor, evlenmekle kalmıyor, beni de şahit yapmış kerastas! Acayip bir heyecan fırtınası içinde gidiyorum Liman Lokantasına...Düğün ekibi inanılmaz...Bütün dostluk tayfası orada...Uzun süredir bu kadar adam biraraya gelmemiştir...Kimliğimi falan istiyor nikah memuru, adımı felan yazıyor biryerlere...Sonra hop masaya çağırıyolar..Hayatımda ilk defa şahitlik yapıyorum, heyecandan öleceğim..hatta ölücem...öleceğim çok hafif kaçtı.



Neyse nikah memuru (memuresi?) soruyor Esra'ya "bu herifle evleniyon mu", Esra çığlık atıyor "Eveeeeeeet" diye...Sonra Baran'a soruyor "bu hatunkişiyle evleniyon mu", Baran böğürüyor "Eveeğğöt" diye...Sonra bize soruyor "Siz de şahit olmayı kabul ediyo musunuz" diye...Ben de tutamıyorum kendimi "Eğveeeğğğğt" diye böğürüyorum ben de, yanımda oturup kibarca "ee...Ediyoruz" diyen Yaşam çok bozuluyor bu senkronizasyon bozukluğuna...Ama işin esası, ben evlenmiş kadar oluyorum, zaten evleneceğim yoktu en azından bunu yaşadım diyorum kendi kendime..Gürkan bana "Şeyh Şahit" diye isim takıyor...


Sonrasında bütün gece en saçma şekillerde dansediyorum, "Yiit ex atmış" diye bir laf çıkarana kadar...Ne mutluluksa..Bir düğünde en çok olmasını istediğim şey gerçekleşiyor ve "Koko Cambo" çalıyor DJ..."Ya ya ya koko cambo ya ya yee eyooow!" derken gece mantıcıda bitiyor...Mutlu mesut uyuyorum..Ertesi gün Dubai'ye dönüş...Havaalanına Müge bırakıyor, dışarıda vedalaşınca daha az üzücü olduğuna karar verip ayrılıyoruz...



Gerçekleşmeyen Değişiklikler
"Herkesin işi çok şahane, benimki çok iğrenç, herkes onyüzbinmilyon dolar kazanıyo ben hiç kazanamıyorum" diye cinnet geçirip iş aramaya başlamıştım...Oracle ve Microsoft'la görüştüm...Görünen o ki en iyi iş benim işimmiş, en çok da ben kazanıyomuşum Allah'a şükür...Değiştirmiyorum iş miş...




Öperim.

Tuesday, April 10, 2007

Ara

Biraz ara verdim...Birtakim degisiklikler var hayatla ilgili..Oyle.

Thursday, March 01, 2007

...


Monday, February 12, 2007

Johannesburg

Bu seneki Top Gun eğitimleri listesine baktığımda, bütün o sıkıcı "Prag, Viyana, hede, hödö" şehirleri arasından süzülüp gözüme takılmıştı Johannesburg, ya da gittiğimde göreceğim üzere "Ohannesburg". Sekiz saatlik uçuşmuş Dubai'den, olsun, ben nasıl olsa uçak kalkmadan uyurum, inince de hostesler uyandırırlar...Varsın onsekiz saat olsun. Bir gece önceden oturup biraz tarihini okuyorum Güney Afrika'nın, oha diyorum, ne pis adamlarmış bunlar, Yok insanları ayırmalar "white", "black", "asian", "coloured" diye...Benim gibi averaj bir Türk için Güney Afrika dediğin Live Aid konserleri ve eyo heyo diye güleryüzlü bir Nelson Mandela...Okudukça anlıyorum ki çok acılı bir tarihleri varmış...Birkaç saat sonra bütün beyaz ırklardan delicesine nefret etmeye başlıyorum...Sabah uçakta yanımda oturan beyaz çiftin de yol boyunca "iyyy zencilerin hepsi ölse keşke" diye konuştuklarından eminim, hiç bir şekilde hiç yüz vermiyorum.

Uçaktan inip terminale girdiğimde üzerimdeki beyaz gömleğime, umursamaz bakışlarıma ve elimdeki ipod Nano'ya bakan hiçkimse kulaklarımda bangır bangır "Hakan Peker - Efsane" çaldığını tahmin edemezdi. Bavulları beklerken çevreme bakıp tam "vayy ne kadar egzotik biryerdeyim" diye coşmak üzereyken çevremdeki herkesin Türk olduğu ortaya çıktı bir anda..."Arif...Lan Arif! Ba ba ba ba geliyo la, geliyo la la la lalala, ARAB'ın yanında ba ba ba" diye uçan türkler bastı etrafı...(Bir de bizim millet olarak ortak bir özelliğimiz vardır, bütün zencileri arap, bütün çekik gözlüleri japon zannederiz.)





Neyse, havaalanından çıkıyorum, taksiye biniyorum, taksici beni bir güzel kazıklıyor...Uzaktan iki tane kule görünüyor, gitmemiz gereken yer orası, kuleler bir solda kalıyor, bir sağda, bir gerimizde, sonra tekrar önümüzde...Öyle bir acımıyor ki taksici bana, saatler sonra varıyorum otele saatler!

Otel güzel, amma velakin odadaki uyarı yazıları tırstırıcı..."Yok canım abartıyorlardır" diyip dışarı atıyorum kendimi, anaa, bütün evlerin çevresi elektrikli tellerle çevrili, kapılarında "Armed Response" yazıyor. Ne demek bu diye sordum birine, "İçeri girene komançero, Bru!" diyor adam. Bru diyor burada bir kesim, kardeş anlamında.

Neyse efendim, yürüyorum gidiyorum bir meydana, adı Nelson Mandela meydanı, ortalık şıkır şıkır, krem burüle tayfası piyasa yapıyor. Şık restoranlar, alışver iş merkezi, pahalı markalar vs. vs. Ama iki adım yürüyosun, hemen dikenli teller, hemen "Armed Response". 1994'te ırk ayrımının kalkmasından bu yana değişen pek birşey yok heralde, ortalık beyaz dolu, Zulu'lardan, Swahili'lerden eser yok!

Bir akşam güzel bir mekana yemeğe götürüyorlar bütün sınıfı, yemekler harika...Ortada bir adam, elinde gitar "Hakuna Matataaaaa...Hakuna Matataaaaa" diye aslan kral şarkıları söylüyor...Yemekler yendi felan, sonra biri dedi ki "Haydi gelsin bongolar!" Ne bongosu demeye kalmadan garsonlar herkese birer bongo getirdiler...Herkes duruma hakim, Afrika dışından gelen tek gurbetçi benim..."Umbato haydi sen ver ritmi" dediler, başladı Umbato dumdudumduru dumdudumduru, hepimiz katıldık sonra, saatlerce bongo çaldık "Eyy maro kubatvaa de yerenabiiduuuu" diye uydura uydura söyledim ben de şarkıları...Çok eğlenceliydi.

Eğitim ağır, diğer günler pek birşey yapmaya fırsat bulamadım. Son gün Soweto'yu ziyaret ettim, gecekondu mahalleleri, kutu gibi teneke evler, pislik, sefalet, Nelson Mandela'nın evi, ırkayrımı müzesi, beyaz adamın kurşunlarıyla ölen 12 yaşındaki Hector Peterson için dikilen gözyaşartıcı anıt...

Velhasılı kelam ne doğa, ne safari, ne arslan...Geyik gibi gidip geldim Güney Afrika'ya...Bir dahaki sefere daha hazırlıklı olacağıma söz verdim kendime...