Yiit'in Dubai Günlüğü

Saturday, February 25, 2006

Haftasonu

Ekmek yaptım evde. O kadar güzel oldu ki fotoğrafını çekemeden yedim bitirdim. Hamurun yarısını da dondurmuştum, onu götürdüm Lale'ye ertesi sabah. Domates, salatalık, zeytin, yumurta felan...Ekmekleri de bişirdik, Türk usülü kahvaltı yaptık Fırat (Komik herif var ya o) Lale ve ben...Çok güzeldi. Sonra Emirates Mall'a gidip Memoirs Of A Geisha diye bi film seyrettik. Güzeldi ama nedense bunalıma soktu biraz. Karamelli cips var burada, bayılıyorum! Tuzlusunun yüzüne bakmam valla karamellisi dururken! Sinemadan çıkıp art cafe diye biryerde oturduk, çok sevecen biryer. (Duyuyor musun Müge! Çok sevecen, evet.)

Fırat bizi gaza getirmeye çalıştı, "Haydi coşuyoruz ub-dıs ub-dıs, pepperminte gidiyoruz ub-dıs ub-dıs, haydi gençleeeer areeee youuuu readddddyyyyyyy i i ii ii ii" felan diye ama gelmedik oyunlara, paşa paşa eve döndük, biraz müzik dinledik. Ben kola içtim onlar da bir şarap devirdiler...sonra tıpış tıpış eve...

Temizlikçi kız gelecekti, bir türlü gelmiyor. Sonra gelmesi gereken günün ertesi sabahında zırrr! kapıda. "Valla billa gelicem, iki gözüm Şiva'nın önüne aksın, Ekmek-Ganesha çarpsın" diyor, tamam diyorum, gene gelmiyor. Tam şarkıdaki gibi!

"...And she promises the earth to me and I believe her, after all this time I don't know why..."

Evi de .ok götürüyor bu durumda.



Not: Pıt'ımı çok özledim... Alıyorum haberlerini ama...Çıkıp beş gün dönmüyormuş eve çapkınım!

Wednesday, February 22, 2006

Kısa Kısa...

  • Bahreyn'e gittim. Aynı Dubai sanki. Hemen de yapıştırırım genellemeleri iki günde! Formula 1 yapıyorlarmış, bravo! Ama insanlar farklı. Elektrik Bakanlığı diye birşey var, oradaydım hep. İnsanlar çok sevecendi. Sevecen de tatsız bir kelimeymiş..
  • Otel odamın çok güzel manzarası varmış meğerse, sabah çıkarken farkettim. Moda'da otururken de böyle oluyordu, anlamıyorum ben bu manzara olayından. Çok okuyan mı bilir çok gezen mi?


  • Emirates'te fantastik hostes arkadaşlar gördüm. Kedi kız Niima ve Rohan'lı Leena olarak adlandırdım kendilerini.
  • Uçak durur durmaz ayağa kalkan insanları sevmiyorum. İnatla bekliyorlar, iki büklüm. Ben de onlara ne kadar karşı olduğumu göstericem diye utanmasam horlama taklidi yapıcam..
  • Şarkı yapma mojosu birikti, mikrofon yok, kablo yok...Üşengeçlik başladı hemen.
  • Bahreyn ofisten alman bir ablayla birlikte çalıştık iki gün, dün akşam benim otelin barında birşeyler içelim dedik, bizimki iki bira içince "Çok seviyorum proje yönetimini yiit anlıyo musun ha, gantt çartı çiziyorum boş zamanlarımda" diye coştu...of ki of.
  • Kuzen Cem de blog olayına girmiş, yıllardır farketmediğimiz bir yazma yeteneği varmış meğerse!
  • Kendime parfüm aldım yıllar sonra...Adı Chic! İsme gel...
  • Çok sıkılıyorum.

Thursday, February 16, 2006

Sosyal Olaylar

Yerleşme işlerinin bitmesiyle birlikte yalnız hayatım da yavaş yavaş başladı sanki. Sabah kalkış, kahvaltıyla birlikte internetten Türk gazetelerini okuyuş, giyiniş, işe gidiş...Yolda bazen uykudan uyanır gibi "Neredeyim ben böyle?" diyorum kendi kendime garip kulelere bakıp. Sonra hatırlıyorum. Evet, buraya taşındım ben. İşler de yavaş yavaş başladı, körfez ülkelerine uçuşlar...Bahreyn, Umman, Katar, Kuveyt...Politik ve sıkıcı iş atmosferi. Allahtan ofis ortamı iyi...Remzi var bir tane, Lübnan'lı, gülmekten öldürüyor beni...İngilizce konuşuyoruz ama, o vurguları, o grameri...İspanyolca konuşsa da anlarmışım gibi geliyor. Ofisteki insanlar genelde iyi, patronum da babacan bir adam. Allah'a Şükür!

Sevgililer günü geldi, evde pijama moduna geçmeye hazırlanırken Lale aradı. "Natalie'yle oturuyoruz gelsene" dedi. Tamam dedim, kalktım giyindim, noolur noolmaz diye üç tane de gül aldım, gittim bunların evine. Natalie Güney Afrika'lı, Cape Town'un içindenmiş. Naif, güleryüzlü bir kızcaaz. Güllere çok sevindiler ikisi de. Sonra bir tane daha arkadaşları geldi, Rupi gibi bişeydi adı galiba, iyiki almışım dedim üçüncü gülü. Ama kafası biraz iyiydi, gülü görünce "Bu gül sympathy gülü, ben gerçek gül isterim" diye zırıldamaya başladı. Eh dedim, ne halin varsa gör. Ertesi gün Lale yeni evine taşındı, akşamında yardım edicem diye gittim, benim gibi birkaç arkadaşı daha gelmiş yardım edicez diye (Fırat- Komik bir herif, çok güldürdü bizi, bi de onun William diye Floridalı arkadaşı, burada bebek maması satan bir şirkette çalışıyormuş, sloganları da "breast is best" miş, türkçe de öğrenmiş biraz "cüce" falan diyo) ama hiçbirşey yapmadık, oturduk sohbet muhabbet.
Bir ara kapı çaldı, iki tane hırt, "Melabaaa biz komşularınız" diye geldiler..Pilotmuş onlar da...Hostesler pilotlar derken muhabbet bir anda "777 uçarken sağa çekiyo, A340 ın platini meme yapıyo" havasına büründü...









Biz uçmayanlar biraz daraldık.. Neyse ki çabuk geçti, kalkıp gitti geceyle ilgili fantastik beklentileri olan pilot arkadaşlar...Sonra bir kızcaaz daha geldi, o da jamaica'lımıymış neymiş...12'ye kadar oturduk sohbet felan, sonra ben eve döndüm. Zaten iş yıktılar haftasonuna bütün gün ofisteydim bugün...offf off.

Friday, February 10, 2006

Kuzen Ziyareti ve Araba Derdi Part-I

İşadamı kuzenim Cem geldi araplara inşaat malzemesi satmaya. Berk'ten gitarımı ona vermesini istemiştim. Hayvan Berk (Evet sana diyorum Berk!) tutuşturmuş Cem'in eline gitarı, kılıf-mılıf hak getire! Bob Marley öyle inmemiştir uçaktan hayatında, elinde gitarıyla!

Cem'in toplantısı bir gün gecikince vakit geçirmek için ben işteyken birşeyler yapmak istedi, "Mall'a git" dedim, "Çok güzel Mall". Heheheh. Bir günde daralmış, eve atmış tekrar kendini. Akşam işten çıkınca burada tanıştığım Lale'yi aradım, akşam Souk Madinat Jumeirah'ya gittik beraber. Lübnan lokantası bulduk bir tane, adı "Times Of Arabia". Yemekler çok güzeldi, aynen bizim mutfak! Dolma desen dolma, bamya desen bamya. Bitek sucuk olayında saçmalamışlar, olsun dedik, olur o kadar...Sonrasında Left Bank diye bir bara gittik, muhabbet, sohbet vs. "Doğal poz verin arkadaşlar, bloga doğal resim koymayı seviyorum" dedikçe

yüzleri şekilden şekile girdi, bir türlü yakalayamadım istediğim pozları.

Ertesi gün Cemi uğurladım, "Böyle olmadı abi, daha bir sürü mall vardı gezecek" diye...



Sonrasında araba alma derdi başladı. Bu ay sonunda şirketin kiraladığı arabanın süresi dolacak, yeni bir araba almam gerek. Çalıştığım grubun ithal ettiği arabalarda görgüsüz indirimler aldığım için Toyota, Honda, Lexus, Jeep, Chrysler ve Volvo markalarından birini seçmeye karar verdim. Volvolar muhteşem ama indirime rağmen bütçenin üzerinde, Jip olayını sevmiyorum, Toyota'nın hiçbir modelini beğenmedim, Lexus desen on yıl sonra belki, chrysler de saçma, geriye kaldı Honda...Honda Civic'in yenisine bak dediler, baktım hakkikaten çok güzelmiş. Tek geçerim dedim. Fiyatını sordum %15 indirimimle fiyatı da cillop gibi. Tamam dedim, alıyorum!

"Yalnız üç ay içinde gelir" dedi satıcı, "Sen ayarlarsın ayarlarsın, hadi hadi hadi hadi hadi" diye koluna yapıştım adamın, "Ehi ehi ehi" diye gülene kadar bırakmadım. "Ehi ehi" yi duyunca oldu bu iş dedim içimden. 1-2 ay içinde bekliyorum arabamı. Bu arada arabanın fiyatını soylemeden edemiycem ki görgüsüz zengin sanmayın beni: 18.000 ytl, ful aksesuar!

Bunların dışında günlerim hafta içleri deli gibi çalışmakla, hafta sonunda balkonumda oturup gitar çalmakla geçiyor. Transparan perde sorunumu da çözebilirsem herşey daha iyi olacak!


Sevgiler...

Wednesday, February 01, 2006

Evim...(Home'dan uzak, House'a Yakın)

Sonunda -hemen hemen- yerleştim evime. Binbir stresten sonra 15 dakika önce internetim ve telefonumda bağlandı, ben de bir fincan çay eşliğinde oturdum günlüğün başına. Sıradan gidelim;

Öncelikle şirket bir araba kiraladı bana. Müge'ninkinin aynısı olması nedeniyle çok sevdim kiralık arabamı! Günlük ücreti 20ytl, benzin de haftada 20 ytl....eee araba almaya ne gerek kaldı?

Neyse.

Ucuz evi tutacağımı söylemiştim. Emlakçıyla el sıkıştık, "tamam abi sen ikea'ya siparişi ver, ben evi temizletip geliyorum" dedi, kendisini bir daha görmedim. Ne oluyoruz felan derken ikea'nın malları getireceği gün geldi adam yok! Telefonlara çıkmıyor vs. vs. Meğerse burada böyleymiş bu işler. El sıkışmakla olmuyormuş. Daha iyi fiyat vereni bulunca hemen satıyormuş emlakçılar adamı. "Lanet var dilimde" adlı şarkıyı söyleyerek çaresizce The Greens'deki pahalı evlerden birini tutmak zorunda kaldım...Sağlık olsun. Çok güzel biryer. Apartmanlar pırıl pırıl. Havuz, fitness vs. olayları var, daireler çok güzel.

Son dakikada ikea'yı aramalar, teslimat adresini değiştirmeler, "acaba mobilyaların rengi daireye uyacak mı" diye tasalanmalar, daha sonra bu tarz tasalanmaların delikanlıyı bozacağı yönünde karar alarak rahatlamalar...ve geldi çattı taşınma günü. ikea'cı hintli dostlar güleryüzle gelip tıkır tıkır taktılar herşeyi. Ama ondan önce şunu anlatmalıyım; Daireye ilk girdiğimde balkonda bu üzgün çiçekle karşılaştım, söyler misiniz bana, daha üzgün bir görüntü olabilir mi?







Neyse efendim, mobilyalar takıldı, yatak kuruldu, en sonunda şöyle birşey çıktı ortaya, taslak ev:































Koltuğa ilk defa oturup keyifle bir sigara yaktım, sigaranın külü biraz uzayınca anladım ki bir alışveriş listesi yapmam lazım. Hemen işe koyuldum.


Her küresel kölenin yapacağı gibi hemen Carrefour'a koştum, ıncık-cıncık kategorisine koyulabilecek herşeyi, üstüne mutfak aletleri aldım. Sanırım biraz kendimi kaptırmışım, nereden sandığımı soracak olursanız; Waffle makinasını koyacak yer bulamadım derim size.

Ama hep istediğim şu "klöööö plüfff kup plüp" sesleri çıkararak çay yapan makinadan aldım, çok zevkli!



Neyse efendim, lafı uzatmayalım. Evin son haline bakalım.